Bazı anılar sigaranın dumanı gibi tütüyor, sessizce odanın her köşesine sinmiş. Bir tat, bir koku, söndürülmüş bir kaç acı ve sokak lambasının altında oynayan gölgeler… Geçmişten kopup gelen hayaletler, şimdiye dokunuyor. Çoğu zaman fark etmiyoruz onları, ama varlar. Onları inkar etmek, gece karanlığında aynaya bakıp arkamızı görmezden gelmek gibi. Oysa ne kadar çeviksek, yankımız da o kadar güçlü yankılanır.
Hiç düşündün mü; eskiden sofrada paylaşılan bir ekmek, bütün bir hikayeydi. İçinde samimiyet, sıcaklık, heyecan vardı. Şimdi, yemeden önce "Instagram’a yüklenmesi gerek" diyen o modern alışkanlıklarla çevriliyiz.
Ya Ekmek aynı ekmek değil. Ya biz kaybettik mayasını bu devrin? Ya da bizi un ufak etti zamanın dişlileri..
Eskiden bir şarkı, bir neslin omzunda taşındı. Şimdi o şarkılar, algoritmaların kuytu köşelerinde kayıp. Bir ezgiyi hatırlamak için "Shazam" açıyoruz; geçmişimizi tanımak içinse “Google’lamak” zorundayız.
Hafızamız hızla tüketilen bilgilerin enkazı altında nefessiz kaldı.
Gelecek ise sessizce bizi izliyor. Şimdi yaktığımız her ışık, söndürdüğümüz her sigara, yarın yankılanacak. Ama o yankı bir yankı olmaktan çıkar ve bir çığlığa dönüşür mü?
İşte o bizim şimdiye bıraktığımız izlere bağlı.
Çıkış nerede mi?
Belki de geçmişin anılarına yüz çevirmek yerine, onları anlamakta.
O anıların her biri birer öğretmen; yankılarımızın izlerini takip eden sessiz rehberler. Geleceğin yüzü ise henüz çizilmemiş bir resim gibi, elimizdeki fırçayla şekillenecek. Bugün bıraktığımız izler, yarının yankılarını taşıyacak.
Bu yüzden her sesimizi, her adımımızı özenle seçmeliyiz. Aksi halde, geçmiş susmayacak, biz de onun yankılarında kaybolacağız.
Hiç yorum yok: