Nesli Tükenmekte Olan Aşıklar Müzesi
Eylüldü aylardan. Adında yorgun bir bakış vardı. Şair sayılmayacak kadar yalnız; yalnız sayılmayacak kadar şiirdik. Yağmur yağıyordu zengin denebilecek rediflerimizin üstüne. Ulamalardan başka şikâyet eden yoktu.
Eylüldü aylardan.
Korkuyorduk.
Hayallerimizin peşinden koşan insanlar değildik; kadrolu bir yalnızın taksit taksit yudumladığı kaçak çaydık.
Çayın nereden kaçtığını ve asıl ismini hiçbir zaman öğrenemeyecektik. O ince belli bardaklara döktüğümüz şiirlerden, aşkı duyduğumuz şairden, uzak yakın hece ölçüsünden, hayal bilgisinden ve yüreğimize mezar açıp gidenlerden konuştuk.
Çünkü Eylüldü ay ve yorgun düşmüştü düşlerimiz. Çünkü yenilmiştik, düş kırıklıklarımız batıyordu ayaklarımıza yerli yersiz.
Birbirimizin içinden geçen alt yazıları görmüyorduk ve bu yüzden en iyi yalanlarımızı gözlerimizin içine bakıp da söylüyorduk.
Biz hep iyi şeyler olsun istemiştik; karşımızdaki bunu anlamak istememişti hep. Mutluluğa giden yolu biliyorduk ve herkesin ayak izlerimizi takip etmesini istiyorduk. Yazdıklarımızı redaktörlerden başkası okumuyor diye düşünüp; arama motorundan edindiğimiz konuya en uygun özdeyişleri yazmaya başladık. Sus dedik kalbimize; susmam diye bağırdı yüreğimiz. Bir de baktık ki avazı çıktığı kadar sevdiğini pompalıyor vücuda.
İşte senden,
yağan yağmurdan,
Eylülden söz ettik.
Hani o Bakırköy sabahı denize sıfır duran kıyı asfaltlarında beni bırakıp gitmiştin ya, hani üzerimize efkâr kılığında Eylül yağıyordu ya utangaç utangaç… İşte onlardan söz ettik. Her anıyı tek tek muhafaza ettim hafızamın en korunaklı yerinde.
Bilirsin “Kutsal Emanet”tir senden kalan her şiir. Ve “yazdığım bütün şiirler sana başlayan bir kitap için önsöz” olmaz asla. Hiçbir kutsal kitap önsözle başlamaz esasında.
Her biri ayrı ayrı ifade eder seni; kimi çocuk gibi güler, kimi çocuk gibi kızardı. Kimisinin gözleri çocukluğundan bir gökyüzüydü, kimisinde yersiz bayram endişesi yüklüydü. Yakılmasalardı iyi olurdu, iyi bir ölüm değildir yakılmak. İyi şiirler en azından daha naif bir ölümü hak eder. Çünkü otantik bir iyiliğe ulaşmak zordur. Bir şiirin kafiyesi olmak… Başka yüreklere yol gösteren bir şiir olmak zordur; ama iyi şairleri küstürmek kolaydır. Çünkü Eylüldür ay ve senden bahsedilmektedir.
Yalnızların mağdur olduğu, insanları kandırmaktan başka vasfı olmayan zavallıların ise aşık sayıldığı, pis ve uzun namlulu karanlık bir Eylül’ü adil bir Ekim’e kavuşturmaya çalışıyorduk.
Eylül’dü.
Yağmurdan yaşlanıyorduk.
O sırılsıklam aşklardan söz ediyorduk. Yıldızlar konuşulanların yanından kaymaya devam ediyordu. Şairler şiirlerine sevdalıydı; ama şiirler yazıldıklarını hiçbir zaman sevemediler. Çünkü yazılan hiçbir şiir bir başkasına armağan edilemez. Sonra şiirden gelen çakır keyiflikten midir bilinmez, başka konulara yelken açtık. Siyasi görünümlü yeşil severlerden (ne çok ağaç istimlak edilir değil mi kara yollarında)… Çalıntı bir şiirin yürekteki artçı şoklarından… Ve tabii ayrılıktan söz ettik.
Prematüre doğmuş ve küvözde özenle uygun yaşam koşullarında tutulmuş, aslı resmi belgelerle ispat etmiş bir ayrılıktan.
Ayrılığı severiz. Çünkü güzel yalan söyletir. Ağızlarda ıslanmaktan sıkılan baklalar çıkar açığa.
Sonra dedik ki, yahu ne çok söylemek istediğimizi derdest etmişiz içimizde. Ne çok iltifatı heba etmişiz ahşap kaplamalı şiirlerde. Hatta bazıları terk ederken çirkin bir espriye malzeme eder mektupları: “al mektuplarını; ver mektuplarını”.
Hala mektup yazan kaldı mı acaba?
Eğer varsa mutlaka onu “Nesli Tükenmekte Olan Aşıklar Müzesine” kaldırmak gerekir.
Bilirsiniz bir türün yok olma tehdidi ile karşılaşması için sayılarının dünya üzerinde 50’den az olması gerekir. Gerçekten hakiki bir ayrılığı kendi el yazısıyla “kalbimiz kadar temiz olan” bir sayfaya yazan kaç kişi kaldı?
Artık el yazısı bütün çekiciliğiyle mağlubiyeti kabullendi. Hâlbuki herhangi bir harfteki romantizm; hiçbir klavye imgesinde yoktur.
Artık el değmemiş Word dosyalarına yazılmış ve çıktısı yazıcının mahremiyetine bırakılmış aşklar dönemi.
Bir kurşun kalemi devlet sınavları haricinde bulamazsın hiçbir aşığın himayesinde –ki kalemi de devlet veriyor şimdilerde-.
İşte bunlardan söz ettik.
Dedim ya Eylül’dü ay.
Adında yorgun bir bakış vardı. Şair sayılmayacak kadar yalnız; yalnız sayılmayacak kadar şiirdik. Yağmur yağıyordu zengin denebilecek rediflerimizin üstüne. Ulamalardan başka şikâyet eden yoktu.
Sonra…
Kağıt bitti,
ya da tahammülüm.
Ekim mi?
Henüz girmedik.
Eser ORAN - 2013
Hiç yorum yok: